[ Tasavvuf Sohbetleri 3 ]




 




“İnsanlar uykudadır.
Ölünce dirilirler.”



Bedensiz bir güzel gördüm efendim
İlikten damardan kandan içerû


İlik, damar nerede? Duvarda var mı? Yok.

Hayvanda düşünemeyiz. Hayvanda ruh yok ki. Hayvanda manevi diriliş yok. Öyle ise;

Bedensiz bir güzel gördüm efendim
İlikten damardan kandan içerû


Neyi görmüş? Ruhunu görmüş.

Cânân illerinden sordum efendim
Bir can vardır gizli candan içerû

.....

Gül bülbülü gördü çıktı kabından
Bülbüller uyandı kalktı hâbından
Pervâneler geçti ateş bâbından
Azmeyledi gülistândan içeru


Burada da bir rumuz var. Çünkü bülbül gülü bekliyor ki, kabından çıksın da görsün. Halbuki bülbülün bütün ahu feryadı gülün kabında. Ve onun başını bekliyor ki nasıl çıkıpta açacak diye. Hikmeti ilahî işte o gülün tam çıkacağı zaman bülbüle bir anlık bir gaflet geliyor. Sonra gözünü açıyor ki “vay ben bunu niçin göremedim” diye ağlıyor.

Öyle ise gül bülbülü gördü çıktı kabından.

Tam ters geliyor. Burada gülden mana evliyaullahın velayeti, ruhu. Bülbülden mana müridin ruhu. Evliyaullah ruhunu müridine gösteriyor. Gösterince, o zaman onun ruhu da gafletten uyanıyor.

Geçmeyenler bilmez çarh-ı çemberi
İçmeyenler bilmez âb-ı Kevseri
Bir gece Pîrimden aldım haberi
Mekan vardır, lâ mekândan içeru


Lâ: Yok. Olmayan, mekandan içeri bir mekan var. Ne olabilir o mekan? Bu mekanlar hep görünüyor. Ama hepsi yok olacak. Fakat oradan bir mekan görünecek.

Bütün bu mûkavvenat, eşya yok iken ALLAH var idi. Ama ALLAH'ın varlığı düşünülemez. Mekan da düşünülemez. Var yok olunca. O oluyor. Ama bilemeyen bildiremez. Bilen de bildiremez.

ALLAH hepimizden razı olsun. ALLAH hulsunuzun barını, meyvasını yedirsin. ALLAH dünya ile aldatmasın. ALLAH nefse şeytana uydurmasın. ALLAH gayemizi bildirsin. Cenâb-ı Hak gayemize ulaşmak için kolaylıklar ihsan etsin. Gayemiz kulluktur. Kulun birşeyi olmaz. Kulun hiç bir şeyi olmaz. Hepsini ALLAH'a teslim etmek lazım. Malımızı, canımızı.

Bir kimse “Ben çalıştım, ben kazandım.” derse, ALLAH'ın verdiğini inkâr eder.
Bu kadar insanlar gece gündüz çırpınıyorlar zengin olmak için. Niye olamıyorlar? Eğer kendileri kazanıyorlarsa niye olamıyorlar? Kâr-zarar ALLAH'tandır. Kâr ile mal artar. Zarar ile eksilir. Demek ki veren ALLAH, alan ALLAH.

ALLAH vermeyince insan bir şey elde edemez.

“İnsanlar uykudadır. Ölünce dirilirler.”

O kötü amelleri ölünce vahşi bir hayvan gibi kötü bir surette karşısına çıkar. Ne tarafa dönse o taraftan önüne geçer. Öyle ise şimdiden bunun çaresine bakmak lazım.

Can bedende iken kıl buna çare

Canın bedende iken bunun çaresine bak. O derdin senin? Sende olan noksanlık nedir? İsyan veyahut gaflet. Günah işleyenler de noksanlık yapıyorlar. Onların ki büyük noksanlık büyük zarardalar. Onun için Peygamber Efendimiz:

“İki günü müsavi olan zarardadır.” buyuruyorlar. Farklı olacak ki zararda olmayalım. Meselâ:

Bugün kazandın yüzbin. Yarın yüzonbin kazanmalısın. Her günkü kârın bir öncekinden fazla olacak ki zarardan kurtulasın. Ama bu rumuzludur. Bunun rumuzunu ancak ehli çözer. Biz çözemeyiz. Şöyle:

Farz ameller eksilmez, artmaz, nafile ibadetle yaklaşılır ALLAH'a. Nafile ibadetlerde bu artma vardır. Nafile ibadetler:

Namaz kılmak, oruç tutmak, Kur'ân okumak, ALLAH'ı zikretmek.

İnsan nafile ibadetleri artırdığı zaman bugün biraz artırır. Yarın biraz daha artırır. Günü doldurur. Günün süresini de uzatamayız. Böylece günün süresi müsavi olur. Müsavilikten kurtaramayız. Ancak ALLAH'a olan aşkın sonu yoktur. ALLAH'a olan korkunun sonu yoktur. Biz ne kadar korku duysak. Bir milyon insanın, bir milyar insanın korkusunu duyamayız. Bir velinin çektiği korku ile beraber olamayız. Eğer korku çekmek onları aşağı düşürseydi (FÎ HATA) olurdu. Mademki yukarı çekiyor (ELÂ HATA) oluyor. O halde korku çekmek onları yükseltir. Onların ulaşmış olduğu makamın havfidir. Onların üzerine verilen vazifenin havfidir.

Bakınız: Necmettin Kübrâ Hazretleri düşmüş aşağı makama. Ulaşmış olduğu makamı idare edememiş. Mansur yine öyle. Nakşibendi Efendimiz o makamda kalmış. O makama ulaşan evliyaullahlardan sadece Nakşibendi Efendimiz kalmış.

Zahirdeki eksiklikleri:

Necmettini Kübra Hazretleri insanlara vereceği nazarı bir kediye, bir rivayete görede köpeğe vermiş, onun için makamını idare edememiş. Aşağıya inmiş. Kübreviye Tarikatı vardır. O'nun reisi, kurucusu. Silsilede geçiyor ya.

“Nakşibendiyyeti vel Kâdiriyyeti ves Sühreverdiyyeti vel Kübreviyyeti vel Çeştiyye.”

Nakşibendi Efendimiz bu beş tarikatın kurucularından da feyiz alırmış. Diğerleri Abdülkadir Geylani Hazretleri. Sühreverdiye Hazretleri. Necmettin Kübra Hazretleri. Ahmedi Çeştiye Hazretlerinin hepsinden muhabbet alırmış. Bu dört ervah'ta buna hizmet görmüş. Nakşibendi Efendimizin ölümünden sonra “Ene’l Hak” davaları olmamış. Ondan önce olurmuş.

Pîri Sami Hazretleri, Pîri Tagî Hazretlerine hizmet gördüğü zaman. Mübareğin irşadı bir sene bile sürmemiş. Pîri Sami Hazretleri alimmiş de.

Darü’l-Ünyan isminde o zamanın fakültesini bitirmiş. Hem rüştiye mekteplerine muallimlik yaparmış. Hem de medrese hocalarına hocalık yaparmış.

Erzincan'da o zaman Terzi Baba'nın kolundan ders almamış.

Kadiri kolundan Hacı Saffet Efendi var. Ondan da almamış. Alimmiş.

Fakat sohbetlerine gidermiş. Neyse, Erzurum'a gitmiş. Erzurum Müftüsünün önüne iki diplomayı da koymuş.

-”Bana görev verin” demiş. Müftü:

-“Hocam biraz gezin dolaşın aklımıza gelsin” demiş.

O da çarşıyı gezerken, türbeye rastlıyor. Habib Baba Türbesi var. Oraya bir Fatiha okumuş. Ziyaretini yapmış. Oradan bir ses gelmiş ona:

- “NURŞİN! NURŞİN!” demiş.

Oradan geliyor müftünün yanına.

-“Bu NURŞİN neresi?” diye soruyor?

Cevap:

-“Nurşin Bitlis'in kasabası. Hocam orada boş yer var. Gel seni gönderelim oraya”. Bir rivayet böyle.

Fakat Horasan müftüsünden dinlediğim de şu oldu.

Pîri Sami Hazretleri Erzurum'a gitmiş. Hacı Ahmet Efendi ile tanışmış. Pîri Tagî Hazretlerinin bir halifesi de o.

Orada çalışmak, ders almak istemiş, vermemiş. Bakmış ki irşadı yakın. Almış götürmüş Pîri Tagî Hazretlerine. O da bir sene dolmadan icazetini vermiş. O da dedikodu olmuş. Bakmış ki ihvanın sistemi bozuluyor. Molla Kasım isminde bir tanesi varmış. Ona demiş ki:

-“Hocayı al git Gavs'ın türbesine. Ne görürsen gel söyle.”

Almış gitmiş. Türbeye Rabıta yapmışlar. Bakmışlar ki, orada divan kurulmuş.

Bütün ervah geldi oraya. Resulullah Efendimizin ervahı da geldi oraya. Bir tanesi tekmil verdi.

- “Hocayı getirin” demişler.

-“Hocanın başına tacı koyun” demiş. Kürsünün üzerinde.

Tacı koymuşlar.

-“Kılıcı beline bağlayın.” Bağlamışlar.

-“Asayı eline verin.”

Vermişler. Dönüp gelmişler ve anlatmış:

-“Paşam ben böyle gördüm.”

O da dönüp demiş ki:

-“Daha itiraz yapmayın. Hoca bize tam geldi. Fenerini almış. Gazını koymuş. Bizde bir ateş çaktık.”

Şimdi Hoca Halife olmuş gidiyor. Pîri Tagî Hazretleri mübarek. Halifesini yolcu ediyor.

Ata bindirmiş. Atın yelerini tutmuş. Bu da dikkatlerini çekmiş. Niye böyle yapıyor diye?

Pîri Sami Hazretleri de mübarek, O’nun böyle yapmasından başındaki sarığını sarmış boynuna. Başını eğerek tutmuş öyle.

İşte harfsiz, savtsız konuşma bu.

Yolcu ettikten sonra sormuşlar.

-“Seyda hiç görülmemiş birşey. Bir meşayih bir müridini bu şekilde yolcu etsin?”

Demiş ki:

-“Öyle yapmasam hiç nisbet koymuyordu. Hep götürüyordu.”

Merak edenler hocaya sormuşlar?

-“Hoca sen niye öyle yaptın?” Cevap:

-“Pîri Tagî Hazretleri bana öyle iltifatta bulundu. Ama ben utandım. Hicabımdan başka bir çare bulamadım. Başımdan sarığı çıkarıp, boynuma doladım. Dedim ki:
-Ben bu kapının köpeğiyim.”

Evet. ALLAH bir kuluna verirse kimin oğlu, kimin kızı sorulmaz. Hepsi O'nun kulu ama alimden zalim. Zalimden alim. Ama azınlıktadır. Çünkü:

“Herşey aslına rücu eder.” fermanı vardır.



[ Tasavvuf Sohbetleri 3 ]