[ Tasavvuf Sohbetleri 2 ]




 




"Beşikten mezara kadar ilim öğrenin."

 

Allah feyzinizi, muhabbetinizi artırsın. Allah aşkınızı, muhabbetinizi artırsın. Allah hepinizden razı olsun. Yaşadığınız müddetçe Cenâb-ı Hak muhabbetinizi muhafaza etsin. Amelinizi muhafaza etsin.

Allah amel tembelliği vermesin. Amel olmazsa, iman muhafaza edilmez.

Allah'ın emri de böyle. Peygamber Efendimizin emri de böyle. Büyüklerimizin emri de böyle. İmanı muhafaza eden ameldir, buyuruluyor. Cenâb-ı Hak bizi ne için halk etmiş, itaat etmek için.

İman: Ona inanmak.
Amel: Ona itaat etmek.

İmanla amel birleşecek ki bizi kurtarsın.

Ehl-i nâr var. Ehl-i cehennem var. Allah kullarını mükâfatlandıracak. Cezalandıracak. Allah'a isyan edenleri cezalandıracak. İnsanların ibadeti olmazsa, namazı, abdesti olmazsa, Allah onları cezalandıracak. Amentünün şartlarını yaşayanları, Allah'a itaat edenleri Cenâb-ı Hak mükâfatlandıracak.

Biz şimdi âhirete inandık. İnanmayanlardan değiliz. Fakat amel lâzım. Cenâb-ı Hak erhamerrahimin bir adalet sahibi. Adaletin de künhü O'nda, merhametinde künhü O'nda. Allah kayırandır. Esirgeyendir. Ama bir adaleti vardır Cenâb-ı Hakk'ın. İnananı korur, ayırır. İnanmayanların da rızkını veriyor. Sıhhatini veriyor. Her isteklerini yerine getiriyor. Yalnız inananların dünyada her isteğini yerine getirmez. Çünkü onlar âhirete inanmışlar. Cenâb-ı Hak onlara isteklerini âhirette verecek. Zaten âhireti isteyen, âhireti seven bir insanın dünya için bir isteği olmaz. Ancak dünyadaki isteği ne olur? Allah'tan hayırlı sıhhat ister. Hayırlı rızık ister. Niçin? Onu da Allah'a itaat etmek için ister.  

"Yarabbi sen bizi bu zamanın fitnesinden, şerrinden, kötülüğünden muhafaza et. Bizi şeytana uydurma. Sana itaat edenlerden et. Emrine muhâlif olan her türlü şeyden bizi muhafaza et" diye dua eder. Başka birşey istemez. Zaten Allah öyle halketmiş. Kanunu ilahiyesi öyle. Ehl-i dünya. Ehl-i ahiret. Dünyayı isteyenlere ahireti vermiyor. Eğer dünyada rahat verseydi, huzur verseydi, peygamberlere verirdi. Onlar çok çileler çekmişler. Çok davalar çekmişler. Bizler için çekmişler. Onlar zaten günahsızlar. Cenâb-ı Hak onları peygamber olarak dünyaya getirmiş.

Onlarda altı sıfat vardır. İnsanlarda olmayan bir sıfatlardır bunlar. Allah'a noksanlık işletmeyen sıfatlardır. Allah onlara niçin o kadar çile vermiş. Ümmeti için vermiş. Ümmetlerinin çilelerini çekmişler. Onun için biz de kendi kendimize acıyalım. Allah bize akıl vermiş ki kendimiz için yararlı nedir, zararlı nedir bilelim. Allah delilerden birşey sormayacak. Onların günahı da yok. Sevabı da yok. Hayrı da yok. Şerri de yok. Şeriatta Allah'ın emirleri aklı olanlara. Yararlı ve zararlı olanları bilelim. Ama bu yarar ve zarar âhiret yararı ve zararıdır. Bir de irade vermiş ki o zararlı olan şeylerden kendisini koruyabilsin. Öyle ise biz şimdi ehl-i âhiretiz. Allah'a ve âhirete çalışalım. Bunun için de Allah Kur'ân'da neler emretmişse yapacağız. Neler yasaklamışsa kaçınacağız. Bildiğimiz kadar bilmediklerimizi de öğreneceğiz.

"Doğumdan ölüme kadar ilim öğrenin. Beşikten mezara kadar ilim öğrenin."

Peygamberimizin emri böyle. İlimden mânâ Allah'ın emirlerini öğrenip yapmak, yasaklardan kaçmaktır. "Din nasihattır, din nasihattır, din nasihattır." Nasihat Allah'ın emri, Peygamber Efendimizin sünneti. Herkes âlim olamaz ama Cenâb-ı Hak: "Âlimlerle olun. Sâdıklarla olun." buyuruyor. Sâdıklar kimler Allah'ın kulluğunu tam anlamı ile yapanlar. Sâdık'ın anlamı şudur ki: İlmi ezelide "belâ" demiş Cenâb-ı Hakk'a Rûhlar "belâ" demiş. Ama mükellef olunca o verdiği sözü bozmamışsa sâdıklardandır, âlimlerdendir. İlmiyle âmil olanlara âlim denir. Bu zamanda ilmiyle âmil olan çok güç bulunûr.

Salih Baba nasıl buyuruyor:

Bu girye-i nâlânıma kıl merhamet ey şâh
Pek güç bulunûr sen gibi bir Arif-i billah
Övmüş de yaratmış seni ol Hazret-i Allah
Görün nice mahbub-u Hüdâ var bu beşerde.


Mahbub-u Hüdâ: Allah'ın güzelleri.

Nerde? İnsanların içerisinde. Bu güzellik iç güzelliği, ruh güzelliği, kalp güzelliği. Bunlar görünmüyor insanlarda. Ama ahlâk görünûr. Güzel ahlâk kimde olur? Güzelde olur. Çirkin ahlâk da çirkinde olur. Onun için Peygamber Efendimiz nasıl bildirmiş? 

"Benim ümmetimin en hayırlısı, Âhlâkı güzel olanlar. En çirkini de ahlâkı çirkin olanlardır."

Ahlakı güzel olanlar aydınlık gündüzler gibi. Çirkin olanlar da karanlık geceler gibi. Yüzü güzel olandan kırk günde usanırsınız. Ahlâk-ı güzel olandan kırk sene yaşasanız usanmazsınız. İnsanlardaki kötü ahlâklar ibadet ve itaatla düzelir. 79 tane güzel ahlâk vardır. Bunlar ruhun sıfatlarıdır. Bir de ahlâk-i zemime vardır ki bunlar da nefsin sıfatlarıdır. Bizdeki noksanlık gafil yememiz, gafil içmemiz, gafil yürümemiz, gafil almamız, koymamız. Bu noksanı atsak üzerimizden. Yani ayık olsak. Hiç Allah'ı unutmasak. Unutmayanlar kimler? Ârifler: Ama onlarda da bir noksanlık var. Allah'ın zatına karşı bir noksanlıkları var. Niçin? Yemeleri var, içmeleri var, uyku var. Hastalanma var. İnleme var.

Ama bir noksanlık var ki, Allah korusun isyan edenlerde. Ehl-i küfürde. Günah sevap bilmiyorlar. Helalı, haramı bilmiyorlar. Hayır, şer bilmiyorlar. Bunlar hayvanî sıfatta kalıyorlar ki bunlar cehennemden kurtulamazlar.

Niyazi Mısrî Hazlerleri şöyle buyurmuş:

Kande gelir yolun senin
Ya kande varır menzilin
Kanden gelip gideceğin
Anlamayan hayvan imiş.


Nerden geldik, Allah'tan geldik. Allah'a gideceğiz. Niye geldik, O'na itaat için.
Salih Baba şöyle buyuruyor:

Gezeriz hayvan-ı nâtık misâli
Ekl ü şürbdân gayrı ne kârımız var.
Kesret-i halk içre çok lâubali
Söylemekten başka ne kârımız var.


Bu insanlar gezerler, yerler, içerler, uyurlar ama ibadetleri yok. Onların hayvandan ne farkı var. Kalabalık cemiyet içerisine gittiği zaman ne konuşuyor? Lâubali. Lâubali nedir? Şeriata, tarîkata, imana, amele uymayan sözler. Şöyle kazandım, şöyle aldım, şöyle sattım, şu şöyle yapmış, bu böyle yapmış diye konuşuyor. Bunlar zaten aleyhte konuşuyorsa günah-ı kebair oluyor. Aleyhte olmasa bile bu sözleri konuşma insana gaflet getirir. Kalbi karartır. Biz şimdi noksan sıfattayız ama Allah'a isyan edenlerden değiliz. Biz bu noksan sıfatımızı kemâl sıfata çevirmek için çalışıyoruz. Beşer sıfattayız. Eğer günahı sevabı bilmezse, hayırı şerri bilmezse o beşerde değil, hayvanî sıfatta. Şeriat cesede emredilmiş. Ceset şeriatı yaşarsa beşer sıfatı kazanır, ateşten de kurtulur.

Bir de var ki nebiler var. Veliler var.

Görün nice mahbub-u Hüdâ var bu beşerde.

Biz hepimiz "mahbub-u Hüdâ" mıyız? Değil. Ama bu cemaatin içerisinde var "mahbub-u Hüdâ." 

Mahbub-u Hüdâ: Allah'ın sevdiğidir. Bu cemaatin içerisinde vardır. Bu cemaâti buraya muhabbet topladı. Herkesin muhabbeti bir değildir. Farklıdır. Kimin kalbini Allah sevgisi doldurmuşsa bir boşluk kalmamışsa o mahbub-u Hüdâdır. Allah'ı hiç unutmaz. Çünkü o ehl-i huzur olmuş. Gönül âlemindeki ahlak-ı zemimeleri atmadıktan sonra yerine ahlak-ı hamideler gelmiyor. Meselâ bir ağaç var. Meyva vermiyor. Ama erbabı onun başını kesip atıyor, aşı yapıyor. Meyva veriyor. Ama ağaç aynı ağaç. İnsanlardaki ahlâk-ı zemimelerin atılması için, bunların hepsinin başı kesilecek. Onlara aşı yapılacak. Ama bunlara aşı yapmak için ne lâzım? Evvel şeriat lâzım. Ondan sonra tarîkat lâzım.Sonra hakikat lâzım. Şeriatla bu ahlâk-ı zemimelerin hepsi atılmaz.Tarîkatla atılır. Ahlâk-ı zemimelerin hepsi atılır, ahlâk-ı hamideler elde edilirse, insan hakikate geçer. İşte o zaman insan beşeri sıfattan melekî sıfata geçer. Ahlâk-ı zemimeler görünmeyen bir-şeydir. İç aleminde. İçini biliyor muyuz biz? Şimdi kim kimin gönlünü bilebilir? Gönlün sahibi Allah'tır. Allah bilir. Bir de Allah'ın bildirdikleri bilir. Bunlar kimler? Velilerdir.

Veysel Karani Hazretleri zâhirde Peygamber Efendimizi hiç görmemiş. Ama O'nun kadar Peygamber Efendimizi seven, O'nun kadar Peygamber Efendimizi mânâda bilen olmamış. Peygamber Efendimize Cebrail vahiy getiriyor. Allah o vahiylerin manasını Veysel Karani Hazretlerinin kalbinden doğduruyor. Vasıtasız ona bildiriyor. Peygambere vasıtalı bildiriyor. Cebrail vasıta. Bir de Peygamber Efendimiz hırkasını göndermiş ona. Hilafet gönderdi. Hırkayı götürmüşler. Vermişler. Fakat götüren kim olmuş? Hz. Ömer Radiyallahü anh Hazretleri, adaletin timsali Allah'tan sonra, Peygamber Efendimizden sonra insanlar içerisinde  Hz. Ömer'den daha adaletlisi yokmuş. Hz. Ali Efendimizle, Hz. Ömer Efendimiz beraber hırkayı Karani Hazretlerine götürmüşler. Hırkayı ellerinden almamış. Demiş ki:

-" Hırkanın bir hakkı var. Onu vereyim de ondan sonra" demiş. Secdeye kapanmış, secdede uzun boylu kalmış. Bunlar beklemişler, beklemişler kalkmamış. Uyudu mu? Bayıldı mı? diye kaldırmışlar. O da kalkınca:

- "Niçin beni kaldırdınız? Kim beni ayılttı? Ben hırkanın hakkını ödüyordum. Hz. Muhammed'in ümmetlerinin günahları için Allah'tan af diliyordum. Dörtte üçünü affettirdim. Dörtte biri kalmıştı" demiş.

Peygamber Efendimiz de: "Ümmetimin en büyüğü, ümmetimin en hayırlısı" diye buyurur, Veysel Karani hakkında. Tarîkat onun yolu, bizim yolumuz O'nun yolu.

Hz. Ömer nasihat istiyor. Diyor ki:

- "Ya Üveys bize nasihat et. "O da diyor ki:

- "Ya Ömer sen birşey biliyor musun?"

-" Biliyorum."

- "Bildiklerini unut Allah'ı bil sana yeter."


Yine nasihat istemiş. Bu defa sormuş.

- "Seni biliyorlar mı?"

- "Biliyorlar."

- "Sen kendini  unuttur. Allah seni bilsin yeter." 


Yine nasihat istemiş.

- "Yok yeter" demiş.

Allah ilmi emrediyor. İlim çok kıymetlidir. Zaten ilim için dünyaya gelmiş insanlar. İlimden mânâ Allah'ı bilmek, Allah'a itaat etmektir. Fakat ilim insanlara varlık oluyor. Eğer ilmi ile âmil olamıyorsa ilim insanlara varlık oluyor. Bunu dünyaya harcayabiliyor. Ama ilmiyle âmil demek; o ilmini Allah için kullanmak, ve ilmiyle amel etmektir.

Bu ancak tasavvufta olabiliyor. Tarîkatı olmayan ilim varlığına düşer. Tarîkatı olan ilim varlığına düşmez. İşte ilim varlığına düşmezse o ilim onun için kıymetli olur.

Onun için bakınız:

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır?


İlimden mânâ kendini bileceksin. Rabbısını bilecek. Halkiyatı bilecek, mahviyetı bilecek. Evvelâ kendisini bilecek. Kendisini bilmezse daha niçin okuyor?

Yeryüzünün hâlifesi Hz. Ömer Veda Hutbesinde Veysel Karani'yi anlatıyor. O'nu Resulullah'tan duyduğu şekilde methediyor.

Cemaatin içerisinde Hannanoğlu isminde bir sahabe varmış. Bunu işitince hâlifeye yaklaşmış.

- "Ey yeryüzünün hâlifesi! Senin bu anlattığın sohbetten sonra Veysel Karani Hazretlerine gönlümden bir aşk, muhabbet doğdu. Ben O'nu görmek istiyorum. Nasıl görebilirim? Nerde görebilirim?" demiş.

Hz. Ömer demiş ki:

- "Git Basra yakınlarına. Fırat ve Dicle kıyılarında bulabilirsin." demiş.

Bu sahabe Hac dönüşü memleketine gitmemiş. Bakınız işte tasavvuf bu. Tarîkat bu. Bu Allah'ın bir ihsanı oluyor. Meşâyihe olan sevgi bu. Evine dönmüyor. Oradan Basra'ya gidiyor. Oralarda iki üç gün gezerken bakıyor ki Fırat kenarlarında, Dicle kenarlarında çok zayıf bir insan görüyor. Hiç kimse yok. Ona selâm veriyor. O bunun selâmını alırken:

- "Aleyküm selam Hannanoğlu" diyor.

O sırada sahabe şaşırıyor.

- "Biz daha yeni karşılaştık. Sen benim Hannanoğlu olduğumu nereden bildin?" diyor.

Diyor  ki:

- "Bana ol kimse haber verdi ki ondan gizli nesne yok."

Gizli nesne olmayan ne var? Allah. Herşey O'na ayan. Veys'e Allah bildiriyor.

- "Bana nasihat edin" diyor.

Ona da ölüm nasihatı ediyor. Diyor ki:

- "Vasiyetim ölümdür, ölümü unutma. Deden gitti. Baban gitti. Yakınların gitti. Ahir zaman Peygamberi gitti. Yârıgârı Ebubekir gitti. Halife Hz. Ömer de gitti" deyince.

Sahabe diyor ki:

- "Hayır o yaşıyor. Ben onun yanından geliyorum" diyor.

- "Yok yok o da gitti. Sen oradan ayrıldıktan sonra o da gitti" diyor.

- "Peki bunları sana kim haber veriyor?"

- "Bana O kimse haber verir ki O'ndan gizli nesne yok."

Gaibi Allah bilir. Bir de Allah'ın bildirdikleri bilir. Amenna. Allah'u Teala buyuruyor ki: "Biz velilerimizi yeşil kubbemiz altında gizleriz. Onları bizden başka kimse bilmez."

Kelâm-ı kibâr:

Görün nice mahbub-u Hüdâ var bu beşerde
Sevdim seni Seydâ-yı cihan hayr ve şerde
Âşık olanın ciğeri yanar da, pişer de.

Demekki âşık olanların ciğeri yanıyor. Ne için yanıyor? Allah aşkı için. Resulullah aşkı için. Meşâyih aşkı için yanıyor. Meşâyihi sevmek haktır. Meşâyih ile Allah'ı tanıyor. Meşâyih ile Allah seviliyor. Resulullah seviliyor. Allah öyle kurmuş düsturu. Kanun-u ilahiye böyle. Onun için noksan sıfatından kurtulamayan bir insan ahlâk-ı hamideleri elde edemez. Ahlâk-ı hamideleri elde eden bir insan beşeri sıfattan melek sıfatına geçer.

Görün nice mahbub-u Hüdâ var bu beşerde

Mahbub: Güzel demek.   Hüdâ: Allah'ın ismi.

Mahbub-u Hüdâ: Allah'ın sevdikleri, güzelleri.

Bu güzeller beşeriyetin içerisindedir. Bu güzellik rûhtadır. Erkek, hanım diye ayırt edilmez. Erkeklik-hanımlık cesettedir. Rûhta erkeklik hanımlık yoktur. Yeter ki insan rûhunu makamına ulaştırsın. Rûhunu nimetine kavuştursun. Rûhun nimeti nedir? Makam nedir? Allah'tır. Yeter ki rûhunu Allah'a ulaştırsın. Rûhun yolunu kesmemek lâzım. Kapatmamak lâzım. Rûhumuz Allah'a ne ile gider? Aşk ile gider. İlim götürür, ancak yolun yarısını götürür. Tamamını götüremez. Âlimler eğer yolun tamamını bitirmiş olsalardı, tasavvufa girmezlerdi. Tarîkata girmezlerdi. Zâhir ilimleri ile veli olurlardı. Kemâl sahibi olurlardı. Bir cesedimiz var. Evliyaullah'ın bir cesedi var. Bir cisim sahibi. Onda da bir rûh var. Yalnız ondaki rûh Allah'a gitmiş, gelmiş. Onun için bakınız:

Bular rûh-u musaffâdır ki cem'ül-cem'e varmışlar
Cemi'den farka gelmişler vekil-i Mustafadır pîr

Cem'den mânâ Allah'tır.   Cem'ül-cem; Allah'a vasıl olmak.

Kazanmış insanların yılları ayları cennette geçse farkına varmaz. Niçin? Kazanmış onu. On bin sene kalsa dert gelmez ona. Çünkü oranın zevkine varmış. Kalkarken eline defteri verilecek. O defter sağlam. Çünkü o defteri tetkik eden melekler var. Uçakla yolculuk yapanlar bilirler. Uçağa bindiği zaman orada görevliler var. Kaç elden geçtikten sonra insan yerini bulabiliyor. İşte amel defteri sağlamsa onu kısa yoldan geçirirler. Günahı yoksa. Ama günahı var sevabı varsa onun hesabı görülecek. Sevabı günahından fazla olursa şefaati kazanıyor.

Resulullah şefaat ediyor. Hatta bir velinin de şefaati oluyor. Ama sevabımız günahımızdan fazla olacak.

Günahımız sevabımızdan çok olursa cehenneme gideceğiz. Bir de var ki ne sevabı  var, ne de günahı var. O da illâ cehenneme gidecek. Niçin? Helâl malın edâsı var. Haram malın azabı var. Helâl malın hesâbı görülecek. Bu hadis-i şerif "Helal malın hesabı var, haram malın azabı var."

Bu dünyaya bir defa geldik bir daha gelemeyiz. Fırsatı ganimet bilmeliyiz.

Bu dünyada bir insanın başına üç devlet konarmış:

1- İlim.
2- Gençlik.
3- Varlık. Ama bu varlık sadece dünya varlığı değil. Hem de âhiret varlığı, iman varlığı.

İnsanların üç şeyden korkması lâzım.

1- Ayrılık.
2- Yoksulluk.
3- Ölüm.

Ayrılık: Rûhun ayrılığı.
Yoksulluk: Amel yoksulluğu.
Ölüm: Herkesin bildiği, korktuğu bir şey.

Ölümden korku sözde kalıyor. Niçin bu inanmayanlar ölümden korkmuyorlar? Hâlbuki ölümden biz korkmayacağız. Amel ve iman zayıflığı var da onun için korkuyoruz. Sağlam bir imanımız olsa Allah'a aynel-yakîn yaklaşsak, âhiretten korkmayız. Hakke'l-yakîn yaklaşsak, müjdelenmiştir. Allah'ta yok olmuştur. Onun için sağlık da yok. Ölüm de yok. Kabir de yok. Allah yed-i kudretine almış. Cenâb-ı Hak buyuruyor:

"Kulum bana itaat ederse ben onu yed-i kudretime alırım."

Cenâb-ı Hak İbrahim Aleyhisselam-ı yed-i kudretine almış. Ateş  yakmamış. Yunus Aleyhisselam deryanın dibinde kırk gün kalmış. Balığın midesinde Cenâb-ı Hak almış onu yed-i kudretine. Balığın midesinde erimemiş.

Evet fırsat bizim dünyaya bir defa gelişimiz. "Fırsatı ganimet bil"  buyuruyorlar. Bu söz Marifetname'nin başında yazılı.

Her gördüğünü Hızır bil.
Her geceyi Kadir bil.
Fırsatı ganimet bil.


Fırsat insanların gençliği. İnsanlar ihtiyarladığı zaman bir daha genç olamaz ki. İnsanlar her ne kazanırsa gençlikte kazanıyor. Dünyayı da gençlikte kazanıyor, âhireti de gençlikte kazanıyor. Bu dünyayı sadece dünyada harcamayalım. Âhirete hazırlanalım. Gençlik fırsatını kaçırdıktan sonra son pişmanlık fayda vermiyor. Meselâ: Benim şimdiki bu arzum gençliğimde olsaydı, ne kadar Allah'a  ibadet ederdim. Ne kadar tarîkata çalışırdım. Ne kadar Şeyh Efendime hizmet ederdim. Şimdi burada ne var? Nedamet duyuyoruz. Eyvah diyoruz. Kadrini bilemedik, fırsat gitti. Gençler siz de ihtiyarlıyacaksınız. Fırsatı kaçırmayın. Sadece ihtiyarlar mı ölüyor? Gençler de ölüyor. Ölmemek için ancak bir ümit vardır. Ümit ve güven kalkacak. Tatmin olabilmek için Azrail ile arkadaş olacaksın. Sonra diyecek ki senin bu kadar ömrün var. Bu kadar yaşayacaksın. Veya sana Allah bildirecek öleceğin zamanı (Allah velilere bildirir). Veliler isterlerse dünyadan göçüyorlar. İstemezlerse göçmüyorlar. Veliler bilirler ama söylemezler. Sen şu kadar yaşayacaksın. Ben bu kadar yaşayacağım diye bildirmezler. Demek ki her genç olan ben şu kadar yaşayacağım diye hüküm veremez. Gençler gençliğinizi zayi etmeyin. Dünyayı sevmeyin. Dünya zevkine dalmayın. Dünya zevkine dalarsanız eğer, amel işleyemezsiniz. Amel işleyemediğiniz zaman fırsatı kaçırdınız. Ganimeti de kaybettiniz. Ama Allah'a şükür. Çok şükür. Bin şükür. Allah bizi müslüman hâlk etmiş. Tarîkatı nasip etmiş. Bugün çok müslümanlar var. Onlar tarîkatı bilmiyorlar. Onların nimetleri eksiktir. Bir de var ki tarîkatı inkar edenler var. Allah korusun onların da akibetleri çok kötü olacaktır. Çok feci olacaktır. 

Tarîkat Allah yolu. Peygamber Efendimiz Veysel Karani için buyuruyor ki, "Ümmetimin en hayırlısı, en büyüğü."  İşte tarîkat O'nun yolu. Bizim tarîkatımız Veysel Karani Hazretlerinin yolu. İşte bunun bir nimet olduğunu bileceğiz, kıymetini bileceğiz. Evvelâ ahlâk-ı hamide sahibi olun. Peki bu sizin elinizde mi? Elinizde tabii. Elinizde değilse Allah sana niye emir vermiş. Say vermiş. İnsana yapamayacağı birşey emretmemiş. Nehyi de olsa, emri de olsa o yasaklardan kendisini koruyabilir. Emirleri yapacağını emretmiş. Allah sana irade vermiş. Say vermiş. Herşeyi sayla yapacaksın. O ahlâk-ı zemimeleri de zamanla tedricen tedricen azaltacaksın. Ahlâk-ı hamide sahibi olacaksın. O zaman Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi olacağız.

"Benim ümmetimin en hayırlısı ahlâkı güzel olanlar." "Benim ümmetimin en hayırlısı eliyle, diliyle başkalarını incitmeyenler." buyurmuştur.

Güzel ahlâk, çirkin ahlâk bize görünmez. Ama bunların semeresi, nimeti, belirtisi görünûr. Bir kimse ondan incinmiyorsa kırılmıyorsa, güzel ahlâk sahibi, onun iç alemi düzgün. İçinde kötü ahlâkları, kötü sıfatları atmış. Güzel ahlâk nasıl olacak? Şeriatımız olacak, tarîkatımız olacak. Hizmetimiz olacak. Hizmetsiz himmet olmaz. Hizmet eden himmet alır.

Evet evvela ahlâk-ı hamide sahibi olacağız. Onun için de kimseyi kıskanmayacağız. Hasetimiz olmayacak. Gurur da olmayacak. Kendimizi amelimizden dolayı, ahlâkımızdan, asaletimizden dolayı, ilmimizden dolayı üstün görmeyeceğiz. Kibirli olmayacağız. Kendimizi beğenmeyeceğiz. Kimseye kin tutmayacağız. Zaten şeriatımızda da tarîkatımızda da, insanı Allah'a sevdiren nedir? Allah'a sevgili kul olması için kulların ayıplarını görmemesi gerekir. Allah'ın "settar-ul-uyûp" sıfatı var. Yani ayıpları örten, setreden sıfatı var.

Bir de merhametli olması lâzım. Karşısındaki kim olursa olsun. İsterse akrabası olmasın veya tanıdığı olmasın. Hatta gayri müslim bile olsa eğer ona da acıyorsa güzel ahlak sahibidir. Çünkü onlar da açtır, çıplaktır veya hastalanmıştır. Ona da acımak lâzım.

"Yaradılmışı hoş gör, Yaradandan ötürü."

Adaletli olacak insan. Kimsenin hakkına tecavüz etmeyecek. Bağışlayıcı olacak, affedici olacak. Bu kadar insanın içerisinde bizi seven de var, sevmeyende var. İsteyen de var, istemeyen de var. Hürmet eden var, eziyet eden var. Bunların hepsini Allah'tan bileceğiz. Hürmet edenle etmeyeni bir tutacağız. Sevenle, döveni bir tutacağız. Zemmedenle, methedeni bir tutacağız. O zaman bizde kin olmaz. Bize eziyet edene buğuz edersek, o zaman ne olur? Affedici olmayız. Hâlbuki Allah için en makbul olanlar affedici olanlardır. Kendisi affedici olduğu için affetmeyi de seviyor Allah. Affedenleri de seviyor. Bunlar say ile. Bir insanda bir kusur gördüğün zaman onu birden atamazsın. O insandaki kusuru affetmek için diyeceksin ki onda bir kusur görüyorum. Bende yüz tane var. O zaman kimsede kusur aramazsın. Zaten "Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz." İrfan bir ilimse, kişide noksanını bilirse ilim sahibi odur. Bilmezse ilim sahibi değildir. İşte şeriatımızın gereği namazımızı, abdestimizi, ibadetimizi yapacağız. Haramlardan, şerlerden kaçacağız. Hayırlara bildiğimiz kadar koşacağız. Bunlar şeriatın gerekleri. Tarîkatımızda da hizmetlerimiz var. 24 saat içerisinde. Günlük zikrimiz var. Evvabin namazı var, teheccüd namazı var. Hatmemiz var. Bilhassa hatme, çok önemli. Âhirete hazırlanmak istiyorsanız, tarîkatta terakki etmek istiyorsanız, sağlam bir mürid olmak istiyorsanız, hatmeden daha büyük amel aramayın. Hatmeden büyük amel bulamazsınız. Bunları yaptınsa zaten hizmeti gördün. Himmeti kazandın. Bunları yapınca muhabbetin daha artar. Aşkın artar. Sevgi bağın kuvvetlenir. Allah'a şükür.

Sermaye bu yolda heman
Teslim ol şeyhine inan
Sıdk ile Allah'a dayan
Gör olur ihsan sana


Şeyh: Evliyaullah. Allah'ın kapısı. Bir insan bir haneye girdiği zaman veya kapalı yerde olan nimeti çoğaltmak için onun bir kapısı vardır. Kapıyı bulacak ki oraya gitsin. Evliyaullah da Hak kapısıdır. Evliyaullah'ı bulamayan Allah'ın kapısını bulamıyor. Cenâb-ı Hak "Sâdıklarla olun." buyuruyor. Sadıklar velilerdir. Onlar neden sâdık olmuşlar? Çünkü onlar şeriatı, tarîkatı yaşamışlar. Onlar günahı-sevabı, haramı-helali, hayrı-şerri tamamen tefrik etmişlerdir. Onlarda haset, kibir, gurur kalmamış. Hülasa olmuşlar Kâmil. İnsanlarda safiye makamı var.

Nefsin yedi tane makamı vardır. Bu makamlar birbirinden çok farklı.

1- Nefsi emmare: Ameli olmayıp da günahı olanlar. Günah-ı kebâir işleyenler (Büyük günahlar).

2- Levvame: Günah-ı kebairlerden geçmiş. Ameli olur. Namazı olur. abdesti olur. Namaz kılanlarda da yine haset, kibir, gurur olur. Ancak mülhimeye geçerse, bunlar azalmış olur. Küçülmüş olur. Herşey küçükten büyüyor. Herşey küçüle küçüle yok oluyor.

3- Mülhime: Kötü huylar yok oluyor, eriye eriye, küçüle küçüle yok oluyor. Birşey de büyüdüğü zaman küçükten büyüyor. Büyüyor, büyüyor, büyüyor.

4- Mutmayinne: İnsanın kalbi buraya geçince temizleniyor. Temizleyen ne oluyor? Cenâb-ı Hak buyuruyor. "Sizin kalbinizi ancak zikrullah doyurur." Bunun belirtisi nedir? Sen hiç Allah'ı unutmuyorsan. Allah'tan başka senin kalbinde hiçbir şey kalmamışsa, senin kalbin mutmayinne olmuş. Daha sende gaflet yok. Kin de kalmaz. Kin, gurur, haset bunlar kalbi meşgul eden şeyler. Nefs-i mutmainneyi insan tarîkatsız geçemiyor.

"Men aref" sırrına vâkıf olmuşam
Nefsim ile hem Rabbimi bilmişem
Mutmainne kal'asına girmişem
Gayette bir metin hisarımız var.


Mutmainne avam sınıfı değil, veli sınıfıdır. Velâyet makamıdır. Ama buradan sonra

5- Nefsi râziye

6- Nefsi marziye

7- Nefsi sâfiye var.

Evliyaullah sâfiye makamına ulaşıyor.

Olar rûh-u musaffadır

Musaffa: Sâfiye makamında. Sâfiye demek silinmiş bir aynadır. Ancak karşısına düşen cisimleri gösterir. Kendisini göstermez. Ama tozlu bir ayna sadece kendi cismini gösterir. Karşısına geçenleri göstermez.

Rûh-u musaffa demek: Silinmiş. Ne silinmiş? Mal sevgisi, evlat sevgisi, ilim sevgisi, amel sevgisi, cennet sevgisi hepsi gitmiş. Allah sevgisi ile beraber kalmış. Gönlün de Allah'tan başka birşey yok. Sâfiye makamı budur.

Olar rûh-u musaffadır ki cemü'l-ceme varmışlar

İşte sâfiye makamına ulaşanlar. Allah'tan gelen rûhu Allah'a ulaşıyor. Cemü'l-cem oluyor. Allah'ın varlığına ulaşıyor. Allah ile birleşiyor. Bu haktır, vardır. Madem ki "Herşey aslına rücu edecek." buyuruyor. Öyle ise bu ceset toprağa rücu ediyorda, rûh niye gitmesin. Gidecek. Ama ne ile gider? Vasıta ile gelmiş, vasıta ile gider. Bu vasıta meşâyih. Cenâb-ı Hak "ileyhin vesile." "Bir vesile arayın." Allah'tan geldiniz Allah'a gideceksiniz ama Allah'tan bir vesile ile geldiniz. Bir vasıta ile gideceksiniz. Bu da:

Çok çektim ise iftirâk
Kalmadı gönlümde merak
Aşkım bana oldu Burak
Görün beni aşk neyledi
Ahiri derviş eyledi


Derviş: Herşeyden geçmiş. Allah'tan başka birşey yok. İnsanların gönlündekileri silen ne oluyor? Allah sevgisi. O da mürşidsiz olmaz. İnsanların gönlündeki arzuları götüren ne oluyor? Allah sevgisi. Kalbinde Allah'tan başka arzu varsa, için başka, dışın başka oluyor. Cenâb-ı Hak:

"Olduğunuz gibi görünün. Göründüğünüz gibi olun." buyuruyor.

Bunlar çok çetin, çok kolay. Yapana kolay. Yapamayana çetin. Hâlbuki insanlara yapamayacağı birşey emredilmemiş. Ama bunlar inanca bağlı, itikata bağlı. İnanmak bir de inanılanı yaşamak. Şeriat, tarîkat, hakikat, marifet. Allah'tan gelen ruhu Allah'a ulaştırmak için bu dört şey vasıtadır.

Bir defa şeriatsız tarîkat olmaz. İsterse Peygamber Efendimiz mürşidimiz olsun.

Kabiliyyet bizde olmazsa meşâyih neylesin
İster ise mürşidi olsun Muhammed Hazreti

Şimdi bu salona girmek için kaç kapıdan geçerek girdiniz. İşte bunların yolları birbirinin içinden geçiyor. Tarîkatın yolu şeriattan geçiyor.

Meşâyihe teslim olup, himmetini alırsak o zaman tarîkatı anlayabiliriz. Hak olduğuna inanacağız.

Sermâye bu yolda hemân
Teslim ol şeyhine inan.


Bizim irâdemize sa'yımıza bağlı olan şeriattır.


[ Tasavvuf Sohbetleri 2 ]